Biyografiler

 
Ömer Öztürkmen  
gazeteci


şair, yazar



1929 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokulu İstanbul ve Kerkük’te, orta ve yüksek öğrenimini ise İstanbul’da yaptı. İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

Muhtelif gazete ve dergide yazıları çıkmakla beraber, Yeni İstanbul ve Tercüman gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. Orta Doğu gazetesinin kurucularındandır.

Anadolu Ajansı'nın Beyrut muhabirliğini yaptığı sıralarda, 1965 yılında seçimlere katılarak Adalet Partisi’nden Bursa milletvekili seçildi.

Daha lise öğrencisi iken şiir ve yazı yazmaya başladı. İlk şiirlerini, 1950 yılında “KERKÜK” adlı kitabında neşretti. Şiirlerinde Kerkük sevgisi burcu burcu tütmekteydi.

En olgun şiirlerini 1975 yılında bastırdığı; “Taşkent’te Sabah Namazı” adlı kitabında yayınladı. Bu şiirlerinden, “Malazgirt Marşı” adlı olanı kalıcı olmuştur.

Kerkük’lü şair Mehmet Rasih Bey’in oğludur. Annesi yine Kerküklü bir şair olan Şeyh Rıza’nın kızıdır.
Yazı hayatına Türkiye gazetesinde devam etti. 1 Kasım 2010 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

Kaynak:
Irak Türkleri,
Enver Yakuboğlu,
Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1976,sf. 125-126



HAKKINDA YAZILANLAR

Ömer Öztürkmen için...
İsmail Kapan
3 Kasım 2010

İki yıl öncesine kadar, haftada bir de olsa gazeteye gelirdi.
Odalarımız yan yana olduğundan, her geldiğinde mutlaka bizi de teşrif ederdi. O günkü ruh hâline göre, bazen rahmetli annesinin sabah-akşam okuduğu “Hayy-el ğafûr, Hayy-el ğafûr; Heştâ hezâr perdeyle nûr...” virdini terennüm eder, bazen de Rasihî’nin; “Süzme çeşmin gelmesin müjgan müjgan üstüne/Urma zahm-i sineme peykan peykan üstüne...” beytiyle başlayan çarpıcı şiirini seslendirirdi.
Kendisi müzmin şeker hastası idi. Ama her gelişinde mutlaka bizlere ikram olarak tatlı getirirdi... Otururduk ve esas tatlı olan o muhteşem sohbetleri başlardı. Genellikle Resul İzmirli, bazen Metiner Sezer ve başkaları da katılırdı. Zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmezdik bile. Sağlık durumu ağırlaşınca, gazeteye gelişleri iyice seyrekleşti. Daha sonra da tamamen kesildi.
Ömer Ağabeyin ardından yazı yazmak çok ama çok zor!..
Ara sıra ziyaretine giderdik... Bir keresinde, “GÖZYAŞI MEDENİYETİ” kitabının BKY’den çıkan yeni baskısını, kendisine götürmüştüm. Kitabının yeni baskısını görünce ne kadar memnun olduğunu, nasıl sevindiğini anlatamam!.. Kendi hastalığını filan unutup, hemen “KARINCALARDAN ÖZÜR DİLERİM” kitabının yeni baskısı için yapılması gerekenleri konuşmaya başladık. Ömer Ağabey, her şeyden evvel hakiki bir idealistti. Ömrünün son demine kadar da, yüksek ideallerinin gerçekleşmesi için çırpındı.
Ömer Öztürkmen büyük bir gazeteci-yazar, şair, mütefekkir; kısacası hakiki bir münevver, günümüzdeki ifadesiyle gerçek bir entelektüeldi.
Ama hepsinden önce Ömer Ağabey, tam bir “Beyefendi” idi. Sözüyle, özüyle, sohbetiyle; insani ilişkileri, misafirperverliği ve cömertliği ile tam bir “İstanbul Beyefendisi” idi. En son Ramazan-ı şerifin ikinci gününde, Sayın Dr. Enver Ören’in de hazır bulunduğu iftar sofrasında bizleri ağırlamıştı. Ne yazık ki, böyle kıymetli insanlar çok azaldı!
Ömer Ağabey, gazeteciliğe altmış küsur yıl önce, üniversitede talebe iken başlamış; dönem dönem çok zor şartlarda ama Bab-ı Ali’de derin izler bırakan kıymetli hizmetler ve eserler bırakan nadide isimlerden biridir. Şüphesiz onu böyle bir sütunluk yazıya sığdırmak mümkün değildir.
“GÖZYAŞI MEDENİYETİ”nden bir paragraf aktararak, merhum Ömer Öztürkmen’in tefekkür dünyasındaki istikameti hakkında bir nebze bilgi edinelim:
“... Bugün özerk bir bilim dalı olarak kabul edilen psikoloji, diğer bilimlerde olduğu gibi, hem tecrübe ve müşahedeye dayanan, hem de kendine has araştırma metotları olan bir disiplindir. Fakat en şaşırtıcısı, incelediği konuların ruhsal olaylar olduğu iddiasıdır. Öyle ki, ruha bağlı kabul ettiği, daha doğrusu, ruhtan kaynaklandığını ileri sürdüğü bu konular arasında, Freud’un cinsî içgüdüleri, Adler’in üstün gelme hırsı, Jung’un baştan çıkarıcı arketipleri gibi her türlü kötülüğü yansıtan olaylar var. Kin, intikam, nefret, kıskançlık duyguları da bunlar arasındadır. Batı’nın bir bakıma insan hakkındaki bilimsel düşüncesini de açıklayan psikoloji, tabir caizse ruhu bir mezbele haline getirmiştir. Oysa ruh, İslam’a göre Yüce Allah’ın nurundan kaynaklanan, her türlü kötülükten münezzeh bir varlıktır. Psikolojinin araştırma konusu olan mezbele ise yine İslam’a göre, nefsin tâ kendisidir (Nefs-i Emmâre).”
Bu paragraf öncesinde Merhum Öztürkmen, “psykhe” kelimesinin etimolojik detayını vererek, bu kelimenin Yunanca’da aslında üflemek, nefes, nefes almak anlamına geldiğini, hayatı ve ölümü çağrıştıran bu kelimelerin daha sonra ruh karşılığı olarak kullanıldığını, oysa Arapça’da nefes kökünden nefs-nefis, rîh kökünden de ruh kelimelerinin türetildiğini, birbirine zıt iki kavramın iki ayrı kelime ile karşılandığını, Arapça’daki bu (nefs) kelimesinin Batı dillerinde karşılığının bulunmamasının dikkat çekici olduğunu, Batı’da iki zıt kavramın bir tek kelime ile ifade edildiğini dikkatlerimize getiriyor...
Hasılı kelam, bir ulu çınar daha göçüp gitti!..
Başta muhterem eşi Sevim Abla olmak üzere, değerli oğlu sevgili Rasih’e, hanımefendi kızlarına, bütün akrabalarına, Kerküklü hemşehrilerine ve basın camiasına sabır ve başsağlığı diliyorum.



Ömer Öztürkmen -1-
Rahim Er
3 Kasım 2010 Çarşamba

“Ölüm şu karşıki beyazlıklarda/İpekten
dualarla kanatlanacak
Bir anne titriyor öteki uçta/Ha uçtu
ha uçacak...”
Şair Ömer Öztürkmen, “Taşkent’te Sabah Namazı” isimli şiir kitabında böyle diyor. Ömer ağabey, bu şiiri belki de annesi için ve annesini ötenin güzelliklerine uğurlamadan az önce veya biraz sonra yazmıştır.
Ömer Öztürkmen’in annesinin nasıl ağzı dualı bir Osmanlı kadını olduğunu Emin Garbî Arvas Bey’den birkaç kere dinledik. Garbî ağabey, o Kerkük anası için kanaatini şöyle hülasa eder: “Ömer Öztürkmen, her neye kavuştu ise anasının duası ile kavuştu.”
Merhume hanım, sabahın seherinde kalkarak sonu gelmez abdestlerden sonra kıbleye yöneldiği seccadesinde, “Yarabbi Ömer’ime...” diye başlayan niyazlarda bulunurmuş.
Kim bilir yüreği yanan ananın “Ömer’i” o sırada talebe midir, yeni evli midir, darda mıdır? Bilmiyoruz. Bilinen bir şey var ki, o zamanlar İstanbul-Ankara arası çok uzaktır.
Ömer Öztürkmen ağabey, “Taşkent’te Sabah Namazı”nı “Rahîm kardeşime sevgi ile” notunu düşerek 28 Ekim 1981’de imzalamış...
Kendisi ile gıyabî tanışmamızsa daha eskilere gidiyor.
“Ömer Öztürkmen” ismi bizde zengin hatıra çağrışımları yapmakta.
1975’te Sarıkamış’ın her tarafı beyaza bürüyen uçsuz-bucaksız kışında askerlik yaparken bizi ısıtan, bizi yalnız bırakmayan sıcaklıklardan biri de Ortadoğu gazetesi idi.
O yıllarda yeni yayına başlamış fikir ağırlıklı siyah-beyaz bir gazete.
15 bin kadar bir tirajı olduğu halde Bülent Ecevit’in sol iktidarına kök söktürüyordu. Öyle ki Ecevit, gazetenin muhalefetinden bunalarak bazı şehirlerdeki -mesela Antalya- mitinglerde elinde sallaya sallaya onu, halka şikâyet ediyordu.
Ömer Öztürkmen bu gazetenin sahibiydi.
Erol Güngör de başyazarı.
Merhum Erol ağabey, dehşetli bir kan ve kavga ortamına rağmen yazılarını büyük bir serinkanlılıkla yazma maharetini gösterebiliyordu.
Gazete ayrıca bir yenilik yapmış Muharrem Ergin, Necmettin Hacıeminoğlu gibi akademisyenlere birinci sayfada yer vermeye başlamıştı. İkinci sayfada bugün dahi emsaline rastlamadığımız kalitede kitap tahlillerine yer veriliyordu. Üstelik her gün.
Sarıkamış’ın ıssız pazar beyazlığında parkamıza sarınarak bir kilometre ötedeki gazeteciden “Ortadoğu” satın almak için yokuşların buzlarında düşe kalka yürümemiz bugün gibi hatırımızda...
Bununla birlikte, ne gün Ömer Öztürkmen ismi geçse hayalimizde hep Taşkent ve saf saf namaza durmuş müminler canlanırdı.
Kendisi ile tanışmadan şiir kitabı ile tanıştık. Taşkent de komünist işgalindeydi. Bu yüzden esir bütün Türk illerine olduğu gibi, Taşkent’e de önüne geçilmez özlemlerle doluyduk.
Ne gariptir ki, Özbekistan’a yaptığımız bir seyahatte Taşkent’e bir sabah namazı vakti ve ezanlar okunurken inmiştik. O alaca karanlıkta “Taşkent’te Sabah Namazı”nı ve Ömer ağabeyi bir kere daha hatırladık...
.....
Bu yazı “Hayatın Rengi İnsan” adlı kitaptan alınmıştır.



Acımız büyük!
Resul İzmirli
3 Kasım 2010 Çarşamba

Ömer Öztürkmen Ağabeyi kaybettik. Kalbimiz gerçekten kan ağlıyor. Çünkü ‘O’ bizden önceki ‘Çile’keş neslin son temsilcilerinden biriydi. Necip Fazıl Kısakürek Üstadın yanında yıllarca çalışmış, baskıların zirveye tırmandığı kırklı yıllarda hapishaneye düşmek dahil her türlü ‘Çile’yi çekmiş, Üstad’ın ‘Çile’ şiirine ilham veren olayların canlı şahidi olmuş, hayatı fizikî çileler yanında özellikle ‘Fikir Çileleri’ içinde yoğrulmuş bir ‘düşünen insan’dı.
Ondan tam olarak istifade edebilecek fikrî kapasiteye sahip olsaydım, dağarcığıma neler neler katardım. Ama yine de ondan çok şeyler öğrendim. Özellikle yakın tarihi ve son yılların birçok fikir ve siyaset adamının ‘kaç kıratlık’ olduklarını özel sohbetlerimizde derinlemesine dinlemek imkânına kavuştum. Kendisiyle gazetede yıllar boyu aynı odayı paylaşma lütfunda bulunması bana hem şeref hem de ona yakın olma imkânını verdi.
Onunla en çok ‘Bilim Tarihi’ konusunda konuşmayı severdim. Bilim konusunda öyle derinlemesine dalardı ki, bazen gerçekten boğulduğumu hissetmişimdir. Özellikle milletimize arız olan ‘paradigmalar’ konusunda zirve bir bilim adamıydı. Şu anda üniversitelerde olan bitenin sebeplerini o kadar güzel izah ederdi ki.
Batı dünyasında çekirdek fizikteki muazzam gelişmelerden sonra 1900’lü yıllardan itibaren Üniversite-Kilise arasında sağlanan ‘konsensüs’ün temel dayanaklarını kendisinden uzun uzun dinleme imkânımız oldu. ‘Karl Popper, Thomas Kuhn ve benzeri bilim tarihçilerinin eserlerini sanki gizli bir el yüzyıl bu milletten saklamış’ derdi. Avrupa’dan Jön-Türklerin ithal ettikleri ‘İlim-Din’ çatışmasının, aslında bizim dünyamızda söz konusu olmadığını hem ilmî hem de dinî boyutlarıyla en doyurucu şekilde açıklardı. Tasavvuf konusunda gerçekten kendini çok iyi yetiştirmişti. Bilim Tarihi konusunda yıllar boyu mücadele vermiş, bu gayretlerini birçok kitapla ve son olarak da ‘Karıncalardan Özür Dilerim’ isimli eseriyle taçlandırmıştı.
Hakikî ilim sahiplerinin mütevazı olduklarının en güzel örneklerinden biri olarak yaşadı. Nezaket, samimiyet, cömertlik, güler yüzlülük... daha nice güzel huyların sahibiydi.
Ömrünün sonuna kadar bir şeyler üretme gayretindeydi. Bundan yıllar önce topoğrafik çalışmalarını bile yaptırdığı Haliç’i Karadeniz’e bağlayıp ikinci bir İstanbul Boğazı oluşturup memleketin bütün borçlarını birkaç katıyla ödeme projesinin gündeme gelmesinden son derece sevinçli olduğunu söylemişti en son ziyaretimizde. Bir de ‘Ölüm çok iyi bir ilaçtır’ tekerlemesini sıkça tekrarlamıştı.
Onu çok ama çok özleyeceğiz. Allahü teâladan kendisine gani gani rahmetler, Ablamıza ve evlatlarına ve tüm sevenlerine sabr-ı cemiller niyaz ederiz...


 

  Siyasi Biyografiler  ( Kim Kimdir ? )  /  Kategoriler
Milletvekili Adayları
Ak Parti Milletvekili  Adayları CHP Milletvekili Adayları
MHP Milletvekili Adayları DSP Milletvekili Adayları
DP Milletvekili Adayları Has Parti Milletvekili Adayları
SP Milletvekili Adayları BBP Milletvekili Adayları
  Milletvekili    Başbakan
 Belediye Başkanı     Bakan
 Cumhurbaşkanı  Parti Başkanı
 Siyaset Adamı  TBMM Başkanı
  Siyasi Biyografiler  ( Tüm Kategoriler )  / Alfabetik Liste